Jacques:
-Senin başına ne geldi?
Lucas:
-Başarısız intihar girişimi.
Jacques:
-Tanrı aşkına.Her Allah'ın günü yaşam savaşı veriyorum ben.Aynı zamanda, hayatının baharında olan bazı moronlar hayatlarının üzerine sifonu çekiyor.
İki adam.
Biri beş kez kalp krizi geçirmiş ve ölümden her seferinde kıl payı kurtulmuş, orta yaşın üzerinde, bar sahibi, aksi, ölmemek için mücadele eden ama ölmek pahasına sigara tiryakisi, inatçı, kötü bir kalp…
Diğeri, yaşam mücadelesi anlamsız gelmiş, -ölmek için- intihar etmiş, kurtarılmış, insancıl, iyiliksever, saf, yürekli bir genç, iyi bir kalp…
Hastanede tanışırlar; Jacques (Brian Cox),Lucas’ı (Paul Dano) himayesi altına alarak ileride, sahibi olduğu barı ona bırakmak ister ve başarır. New York’un mahalle arası bir binasındaki barda, ikili ve diğer bar müdavimleri arasında geçen yaşam ve diyaloglar… Eğlenceli ve bir o kadar da vurucu.
Jacques, bara bir kadın girmesinin kesinlikle uğursuzluk olduğunu söylemesinin ardından az bir süre geçmiştir ki sarhoş genç bir hostes bara gelir ve onlarla yaşamaya başlar.
Mekan pis, karanlık, iç karartıcı gibi; evet öyle.
Basit, tutunamayan, mutsuz karakterler var; HAYIR!
Hikaye sıradan gibi duruyor; aynen öyle.
Sıradan olanı, günlük hayal kırıklıklarını alenen gösterip bir o kadar da seyredilir kılmak kolay da her yönetmenin harcı da değil.
Tutunamayanlar ve Buzdan Hayaller filmleriyle bir hayli dikkat çeken İzlandalı yönetmen Dagur Kari bu filminde de yine son derece iddiasız, sakin, karanlık, dramatik ve mükemmel.
Bu arada afişe bile girmiş ördekten bahsetmeden geçemeyeceğim çünkü filmin en çarpıcı sahnelerinde başrolde o var. Filmi durdura durdura yazdığım diyoloğu, aktarayım…
Bir ara bara bir Budist olduğunu iddia eden Asyalı bir adam gelir, sohbete başlarlar;
Jacques:
-Acıyla geçen aylar boyunca tek tesellim, bu ördeğin bir tabak içinde önüme servis edilmesinin hayaliydi. (Noel’de yemek için almışlardı ördeği)
Bekle, Lucas.
Bir saniyeliğine elindeki satırı aşağı indir. Merak ettim de... Siz Budacılar ne yiyorsunuz? Vesak Festivali boyunca yani.
Asyalı:
-Ben şahsen, ördek yiyorum.
Jacques:
-Budizm ve vejetaryenliğin el ele olduğunu sanırdım.Yani, Budizm’in ilk öğretisi, yaşayan bir canlıya zarar vermekten ve onu öldürmekten kaçınmak. Peki, sen nasıl et yiyebiliyorsun?
Asyalı:
-Aslında, Buda et yermiş, bu yüzden kendisi vejetaryen değil. İşin doğrusu, Buda'nın bozulmuş domuz eti yiyip zehirlendiği tahmin ediliyor. Buda'ya göre yeme maksadıyla bir hayvanın öldürüldüğünü görürsen, duyarsan veya kuşkulanırsan o eti yiyemezsin.
Jacques:
-Birbirimizi kandırmayalım. Yani, kasaplardaki tüm etler yenilmek için öldürülen hayvanlardan oluşuyor. Bu yüzden ilk öğretiyi yerine getirmemiş oluyorsun.
Asyalı:
-Ancak bir hayvanın öldürülmesine de dâhil olmuyorum.
Jacques:
-Bu da demek oluyor ki yeme maksadıyla bir hayvanın öldürüldüğünü görmediğin ve bundan kuşkulanmadığın için uygun eti bulmuş oluyorsun.
Asyalı:
-Öyle de denebilir.
Jacques:
-Buda'nın maymunlarının seni bir düzene sokması lazım. Çünkü bu hiç mantıklı değil.
Lucas:
-Şunu öldüreyim mi artık?
Jacques:
-Bak ne diyeceğim... Bu akşam et yiyebileceğimi hiç sanmıyorum. Bize şöyle yüzü gözü olmayan bir şeyler hazırlayabilir misin?
Jacques, enteresan bir adam,bar işletmenin inceliklerini, müşterilere nasıl
davranması gerektiğini, nasıl bir insan olması gerektiğini anlatır Lucas’a. Lucas da ona İYİ KALPLİ olmanın inceliklerini…
Ancak her şeye rağmen alışkanlıklarından vazgeçemez Lucas. Yatağında değil, sokakta alıştığı gibi, yatağının altında yerde yatar. Çöplerden ayıklayıp yediği gibi, tabağından da ayıklaya ayıklaya yer yemeğini.
Vurur şöyle güzel güzel ekrana;
Hu hu! der, hu hu seyirci! Ben dün neysem bugün de oyum. KİMSE BENİ ALIŞKANLIKLARIMDAN VAZGEÇİREMEZ, BEN BİLE…
コメント