Çocukluğumun yaz akşamlarının en önemli eğlencesi açık hava sinemasıydı. Filmden çok bir şey anlamaz, yine de gözlerimi perdeden ayırmaz, durmadan gazeteden yapılmış külahtaki çiğdemleri çitler, kabuklarını da yere atar, sinema boşaldıktan sonra yerleri süpürecek adamın suratsız ifadesini gözümde canlandırıp, kendi kendime eğlenirdim. Önemli olan sinemada olmaktı benim için, filmin ne olduğu hiç fark etmiyordu. İki film ardı ardına seyreder, aralarda da penceresinden, bütün şehrin manzarasını gören tuvaletine girer, biri kapıyı çalıncaya kadar oradan büyülenmişcesine aşağıyı seyrederdim. Ama en çok beni dedem eğlendirirdi. Eğer filmlerde onun deyimiyle açık sahneler varsa gözlerimi kapamaya çalışır, bir yandan da anneanneme söylenirdi. Anneannem hiç oralı olmayınca da sinirlenir, yarısında çeker gider, beş dakika sonra geri gelirdi. Esasında o dönemlere bakılırsa son derece modern bir adamdı dedem; ancak ona göre açık sayılabilecek öpüşme sahnelerini torununun yanında seyretmeye o bile tahammül edemezdi.
Yine bir akşam yemeğinden sonra, haydi sinemaya gidiyoruz diye çağrıldığımda sevinçle odama koştum, kıyafetlerimi değiştirdim; 5 dakika sonra hazırdım.
Bayağı bir dik yokuş tırmanıyorduk sinemaya varmak için. Benden mutlusu yoktu ki şimdi anlıyorum filmlere olan düşkünlüğüm daha çocukken başlamıştı.
Konu komşu art arda düşerdik yola. Yaşlılar geride kalır, biz çocuklar önden gider, sonra yokuş aşağı koşturarak tekrar büyüklerin yanına gelir, tırmanmaya devam ederdik. Sıra numarası var mıydı yok muydu hatırlamıyorum, çünkü biz her halükarda dedemin “Hadi hanım, çabuk ol biraz” uyarısına rağmen, hep tahta sandalyelere mindersiz oturmak zorunda kalırdık. Nasıl olsa film sonunda iade edilen o minderlere niye ekstradan para ödendiğini, madem para kazanıyorlar niye daha fazla minder satmadıklarını hiç anlayamazdım ki bugün bile hala anlayamam.
İnsan hayatında bazı anlar vardır, ve aslında o anlarda bir cümle, bir kelime saklıdır ki bunlar uzayın derinliklerinde gezinen kuyruklu yıldızlar gibi hiç de ummadığımız bir anda ortaya çıkıp bizi şaşırtırlar. Öyle ki çoğunlukla bunların nereden ve nasıl geldiğini anlayamayız ve daha da iyi hatırlamak için o yıllara, hatta o güne geri döneriz.
Geçen gece televizyonda bir dernek başkanı ülkemizde her gün 3 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü trajedisinden bahsediyor, ‘Kadına karşı şiddete son’ kampanyası hazırlığı içerisinde olduklarını anlatıyordu.
İşte bunu dinlerken 30 yıl önce yazlık sinema akşamlarından, çocuk hafızama yerleşmiş bir film karesinde, yakışıklı, kibar ve saygılı jön sevdiği kadına soruyordu…
-Saçınızı öpebilir miyim?
Not: Bu yazı 15 Nisan 2010 tarihli blog yazımdan alıntıdır.
Comments