Yıllar önce belki on belki on beş yıl önce okumuştum Tolstoy'un Anna Karenina'sını. O zamanlar yaş 25-30. Hayat lay lom. Aşk hakkında bildiğini sandığın her şey yanlış. İlişkiler hakkında da. Bakış açısı en fazla otuz derece. O yüzden yeniden okumak lazımdı, sıra gelmedi. Joe Wright'ın sinemaya uyarladığını görünce hemen gittim. 2007'de Time dergisinin yaptığı çalışmaya göre Anna Karanina dünyanın en iyi on romanı arasında birinci sırada yer aldı. Bu ne demektir? Bu kitabın her bölümü, her sayfası, her cümlesi hatta her kelimesi değerli ve özel. Özünde yasak bir aşk, onlarca kez okuduğumuz. Joe Wright bunu başarmış mı? Eh... Neden eh? Çünkü filmde aşk göremedim. Tutku ve cinsel çekim evet ancak aşk yoktu. Halbuki kitapta bir aşk hikayesi var. En iyi aşk hikayesi, zihinlere persenk olmuş, örnek gösterilecek, dilden dile dolaşacak bir aşk. Leyla ile Mecnun gibi...
Filmde bir başka handikap ise Keira Knightley idi. Tamam, müthiş bir oyuncu, her filmini hayranlıkla izliyorum ancak Anna olamamış. Anna olmak kolay değil. Böyle bir romanın kahramanı olmak zor. O da zaten oturmamış. Oynayamamış değil karaktere oturmamış. Jude Law oturmuş mesela. Zaten adam her role oturuyor, enteresan bir tip.Ancak Vronski'yi oynaması beklenirken kocası rolünün verilmiş olması çok iyi bir seçim. Zira Aaron Taylor Johnson süperdi. Savages da dikkatimi çekmişti, ancak oradaki rolü sıradandı. Anna Karenana'nın aşığı rolünde ise müthişti. Bir de Sophie Marceau ile Sean Bean'ın oynadığı uyarlamayı bir kez daha şimdi izlemek lazım.
Film,teatral anlatımı, karşımızda sahnede oynanıyormuş hissi ile bir kere şaşırtıyor, kitliyor insanı. Hele ki bir vals sahnesi var ki defalarca izlenebilir. Bir de orjinal ingilizce değil Rusça olsaydı çok daha iyi olacaktı. 1800'lü yılların Rusya'sında, o ihtişamlı Rus kültürünü yansıtacak ama Ruslar İngilizce konuşuyor!
Artık, aşk hikayeleri ile insanı derinden etkilemek büyük başarı. Bunu herkes yapamaz. The Bridges of Madison Country'i, Clint Eastwood'un Merly Streep ile oynadığı ve yönettiği filmi hatırlayın. İşte aşk oradaydı, gelmiş geçmiş en iyi aşk filmi.Hele ki son sahneler karşılaştırılacak olursa bir yerde oyuncak bir tren, bir yerde yeşil ışıkta dona kalmış, ağladığını hissettiğin eski bir araba...
Bu arada Levin karakteri çok daha irdelenmeliydi. Tolstoy'un kendini anlattığı düşünülen bu karakter ve Kitty'e olan aşkı çok arka plana itilmiş. Halbuki orada aşkta duygu-mantık ikilemi, doğru-yanlış kararlar çok güzel anlatılmıştı.
Anna olmak, Anna'ya sahip olmak, Anna'nın yasak aşığı olmak... Hepsi zor ama en azından sıradan değil..
Comentarios