top of page
  • Yazarın fotoğrafıBiriz Aydinç öztüzemen

Kulüp İle Umutlananlar Kulübü

Bize en çok umut aşıladığı için çok konuşuldu ve konuşulmaya devam ediyor Kulüp dizisi. Türkiye toplumunun en hazin gerçeklerinden biri olan azınlık meselesi, 6/7 Eylül olayları ilk defa bu kadar açık yüreklilikle, romantize edilmeden ve tipleştirilmeden senaryolaştı ve yapımı tamamlanarak geçen gün yayına girdi. İyi ki de girdi, her an yeni bir sansür ya da ceza haberi ile öfkelenen biz sinemaseverler rahat bir nefes aldık.

11 Kasım 1942 tarihinde yürürlüğe giren Varlık Vergisi kanunu sonrası azınlıklardan ağır vergiler talep edilmiş, ödeyemeyenler (sadece azınlıklar) ki sayı sanırım 1300’e yakın, Erzurum Aşkale’de çalışma kampına gönderilmiş, orada ağır koşullarda çalıştırılmışlardı. Dizinin bel kemiğini oluşturan olay bu. Bir tür yüzleşme. Dizinin baş karakteri olması gereken ama bu rolü Selim Songür’e (Salih Bademci) maalesef kaptıran Matilda (Gökçe Bahadır) da bu toplama kampında babasını ve abisini yitiren Seferad Yahudisi bir kadın. Bir gayrimüslim. Konusunu anlatmayacağım, izleyenler biliyor, izlemeyenler için sihri kaçmasın ama şu kadarını söyleyeyim. Matilda bir cinayet işliyor, hapise atılıyor ve biz onunla hapisten çıktığı gün tanışıyoruz. Ve o andan itibaren gözümüzü ondan, yüreğimizi o dönem yaşanan korkunç zamanlardan, ciddi meselelerden alamıyoruz.

Türkiye toplumunun, üstü utanç dolayısıyla sıkı sıkı örtülen gerçekleri var. Bu örtüyü aralaması hatta kaldırarak, gün yüzüne çıkarması, yetkililer susunca tabi, sanata kalıyor. Ancak şimdiye kadar bu gerilimi temsil edecek biçimde kurgulanmış bir yapıta rastlamamıştık. Tomris Giritlioğlu’nun Güz Sancısı adlı filmi geliyor bir tek aklıma, ama o da böylesine şeffaf ele almamıştı yaşananları. Sadece arka planda hissetmiştik. İktidarların hatta tarihçilerin hasır altı etmek için elinden geleni yaptığı tüm tarihi gerçekler yakında bir bir filmlere, kitaplara, dizilere konu olacaktır. Bu anlamda Kulüp dizisi, açtığı yol anlamında da çok kıymetli.

Senaristler Aysin Akbulut, Rana Denizer, Necati Şahin’i ve yönetmenler Zeynep Günay Tan ve Seren Yüce’yi kutluyorum. Seren Yüce zaten çok sevdiğim bir yönetmen. Çoğunluk’la sevdim kendisini. Oyuncu seçimi de çok başarılı ki her biri kendini aşmış oyunculuklar izledik. Dizide teknik bir hata görmedim. Sanat yönetimi çok iyi, sinematografisi çok güçlü. Senaryoda karşımıza çıkan mantık/tarih hatasını saymazsak dört dörtlük bir iş olmuş diyebilirim. Bir de Selim Songur’un aslında varoluşsal problemini çok üstünkörü geçiyor. Cinsel eğilimini anlıyoruz ama yine de üstünü örtme çabası gözden kaçmıyor. Sebebi de gerçi malum ama yok sayılmış meseleleri böylesine içtenlikle ele alan ekibin cesaretini burada da görmek isterdim.

Ön yargılardan, ötekileştirmeden, kalıplardan büyük çoğunluğumuz olmasa da hatırı sayılır bir kesim olarak bıktık usandık. Şeffaflık istiyoruz. Gerçeği görmek, her ne kadar acı da olsa yüzleşmek, bunları çocuklarımıza rahat rahat anlatabilmek istiyoruz. Putlaştırdığımız her şey bir gün kafamızda patlıyor. Neyi yargılıyorsak oradan vurgun yiyoruz. O dönem yaşananların aslında ideolojik kalıplara sokulmaya çalışılması, günümüzde hala yok sayma çabalarına sebebiyet veriyor. Dönemin aktörleri belli. Bu olayların benzerini Madımak’ta da gördük. Her ne kadar örgütlü de olsa komşunun evini ateşe vermek bir ideoloji değil, kişilik meselesidir; sevgisizliktir, hainliktir. Kişisel olanı toplumsallaştırdığımızda bir tür sahte rahatlama hissettirip sorumluluk yüklememiş oluyoruz. Din ve vicdan toplulukları cezalandırmıyor çünkü, bireyi cezalandırıyor! Birey de böylece yaptığı kötülüklerden sıyrıldığını sanıyor.

Netflix Bir Başkadır’dan sonra Kulüp ile ikinci iyi kalitede işe imza attı. Eminim devamı da gelir.


bottom of page