top of page
  • Yazarın fotoğrafıBiriz Aydinç öztüzemen

Kutu Kutu Pense

Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik. Bildiklerimizle övündük, eğlendik. Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra? Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik. Ne güzeldi o günler, çocukluk günlerim. Kayboluş deyince aklıma bir tek, fuarda bir an için elini bıraktığım annemi bir daha görememe korkusuyla ağlamaya başladığım kaybolmalar gelir. Zaten daha fuarın kapısına varmadan tembihler başlardı. ‘Sakın elimi bırakma kızım, kaybolursun.’ İçeriye girdiğimizde kaybolabilme ihtimalimi tam unutmuşken, bir anons duyulur, daha da sıkı sarılırdım annemin eline. ‘Altı, yedi yaşlarında kırmızı bluzlu, uzun siyah saçlı bir kız çocuğu kaybolmuştur. Görenlerin…’ Ya da ‘5 yaşlarında bir erkek çocuğu bulunmuştur. Danışmaya lütfen…’ Ama kaybolma riskine rağmen son derece coşkulu geçerdi fuar zamanı, çok eğlenirdik. Dönme dolaplara binince ya da atlı karıncaya, tüm kaygılarımızdan arınıp, deli gibi dönmenin keyfini çıkarırdık. Yıllar sonra sanırım, Mevlana kutlamalarında, sufileri ilk defa televizyonda görünce hemen aklıma gelen bu olmuştu. Dönünce her şeyi unutursun, dönünce tek bir şeyi hatırlarsın,neyse hatırlamak istediğin…Tüm o yaş oyuncakları dönmek üzerine kuruluydu,durmadan döner, arada bir büyüklere el sallardık.Yıllar sonra anladım her yaşta mutlu olmak için, dönmemiz gerektiğini… Bir de yalanlar vardı yine o zamanlarda, ilk tanıştığımız yalanlar. Dev aynalar vardı mesela bizi bizden farklı gösteren. Olduğumuzdan daha kısa ya da uzun, şişman ya da zayıf. Kocaman yalanlar, yanaklarımızın kızardığı, söylerken çişimizin geldiği…Ben hiç anlamazdım kimin yalan söyleyip söylemediğini, esasında anlamamazlıktan gelirdim, mahcup olmasın yalanı söyleyen diye, hala olduğu gibi. Bazı huylar değişmez ya! Bir fark var, eskiden daha çok üzerdi beni, bana söylenen yalanlar. Şimdiyse gülüp geçiyorum. İleri teknolojinin dehası bile yanıltamıyor beni, hemen anlıyorum. İlk söylediğim yalanı hatırlamayı çok isterdim, zorluyorum hafızamı, çıkmıyor; ya önemsizmiş ya da unutacak kadar çok önemli, bilemiyorum ama onu da ilklerimin arasında hatırlamayı çok isterdim. Mahallede bir kız arkadaşım vardı, Zeliha. Ne kadar severdim onu. Bize oynamaya geldiği günlerden bir gün, (o zamanlar zaten oyun dendiğinde hele ki iki kişiysen akla gelen tek oyun evcilikti) yine bıkana kadar oynadık. Bebeklerimiz nasıldı hatırlamıyorum, galiba bezdi, ya da hiç yoktular, çeşitli objelere bebek rolü verirdik.Yassı taşları tabak yapardık. Kiremit parçaları çok vardı sokaklarda,herhalde kediler çatılarda kiremitleri aşağı atıyorlardı bilemiyorum, ama her yer kiremit parçaları doluydu. Onları da masa sandalye yapar, toz bezlerinin üzerine itinayla dizerdik. Dolaşıp dururduk kapı kapı, hiç üşenmeden hepsini toplar, diğer cümle kapısına giderdik, misafirliğe gidiyoruz diyerek. Zaten onları serip tekrar toplamaktan başka da bir şey yapamazdık, vakit kalmazdı. Hadi uyusunlar...En çok hoşlandığımız onları uyutmaktı, neden acaba bilemiyorum, muhakkak vardır bir sebebi. O gün oynadık oynadık, sıkıldı “ben eve gidiyorum” dedi, ”gitme” dedim, "n’olur gitme!" Ben gitme dedikçe o daha hızlı toplanmaya başladı, bez torbasının içine taşları yani masa sandalyeyi attıkça yıkılıyordum, gitme derken ağlamaya başladım. O gitti ben akşama kadar ağladım. Bir daha hiç sevemedim onu; çok oynadık sonraları da, ip atladık, evcilik oynadık yan yana, ama ben sevemedim bir daha onu, bitti; çünkü gitme dedim gitti… Çok güzeldi çocukluğum. Ye,iç oyna; korkunç senaryolar yok, yıkık aşklar yok, çalan yada çalmayan telefonlar yok, zor diye bir şey yok. En zoru attığın taşı rakibinin taşına değdirebilmek, ya da beş karış yaklaştırabilmekti. Hayatımın en güzel günleriymiş… Düşünüyorum da gece yattığımda sıralardım dualarımı hızlı hızlı, uyumadan önce çok önemli bir görevi yerine getiriyor olmaktan son derece haz duyarak,sonra düşünürdüm; sol ayağımı biraz daha açıp, biraz daha eğilirsem öne doğru çok daha iyi isabet ettirebileceğim rakip taşa. Bunun hayalini kurarken uykuya dalmak ne büyük bir huzurmuş oysa… Her yaşın ayrı güzelliği var diyenlere nanik yapıyorum buradan, çocukluğumuzdan daha güzel bir zaman dilimi var mı?

Çocukluğumun kıyısında oturdum dün öğle üstü Yüzümde bilmediğim bir gülüş elimde oyuncak bebek Karton evler yapmışım içinde oynuyorum Bir şarkı var dilimde sözlerini bilmiyorum Kutu kutu pense elmamı yerse İçimdeki çocuk geriye dönse Şimdiyse bir burukluk tatsızlık var yüzümde Büyümüş kocaman olmuşum mutsuzum Kutu kutu pense elmamı yerse İçimdeki çocuk geriye dönse

bottom of page