Tecrübe etmediğin bir olayı ya da duyguyu ne kadar istesen de anlayamazsın. Yüzeyde kalır. Sadece onun yarattığı sonucu az da olsa karşındakinde gözlemlersin; o kadar.
Ya bu olay seni çok yıprattı!
Ne kadar üzülmüşsün, belli! Ya da
Sevincini canı gönülden paylaşıyorum hayatım! Bu kadar.
Bu sözleri edersin, elbet üzülürsün ama karşındakinin neler hissettiğini bilemezsin. Kendimden biliyorum.
'Seni kendi yerime koyuyorum da...' yeryüzündeki en saçma laflardan biridir.
Ama, eğer siz bir sanatçıysanız durum farklı.
Nasıl çıkıyor o roller?
Hoffman nasıl bir otistiği bu kadar iyi oynayabiliyor?
Ya da ikinci akılma gelen şu an, Portman nasıl bir balerin oluyor?
Milan Kundera'nın Bilmemek kitabını okudum bugün. Kısa, gayet başarılı bir çözümleme romanı.
Göçmen iki insanın kaçış - dönüşündeki en ince ayrıntılar ve bu konuda yaşanan en derin duyguları öyle güzel işlemiş ki! Aslında düşünecek olursak Kundera da bir göçmen. Uzun yıllardır Paris'te yaşıyor. Ama söz konusu romanda kaçış sebebi işgal. Aslında belki yurt terk etmek kadar katı olmasa da tüm dünyada özellikle ülkemizde yerini terk eden ve başka şehirlere göçen sayısı oldukça fazla. Daha farklı yaşam arzusu ve iş olanakları nedeniyle yaşanan göçler...
Ancak bir de kabuk kırma meselesi var. Bulunduğu ortamdan uzaklaşma isteği var. Maceracı ruhlar var...Her birinin analizi yapıldığında farklı sebeplerden çıksa da sonuç aslında çok değişmiyor. Yabancı olma durumu. Özlem. Korkular. Hasret ve kök salamama...
İşte tüm bunları nefis bir kurgu ile işlemiş yazar. Şayet sakin bir anınızda başlayıp, sayfaların içine girip iki saat sonra hiç bırakmadan bitirebilirseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız...
Commentaires