Erkek hata yapar.
Kadın da hata yapar.
Her ikisi de insan değil mi sonuçta?
Herkes hata yapar.
Önemli olan hatayı kabul etmek, anlamak, değil.
Önemli olan hatadan ders alabilmek de değil.
Bence en önemlisi, bu hatayla yaşamayı başarabilmek. En zoru ama en önemlisi…
Salonumun duvarına iki ay önce, ilk aklıma gelen, en çok etkilendiğim film afişlerinden kolaj yaptım. İşte dün akşam az uyku uyumama sebep olan filmlerden biri bu kolajın parçasıydı; Painted Veil(Duvak). Show TV verdi gece yarısına doğru, ben de oturdum izledim bir daha, hiç pişman olmadan.
Bu aslında bir roman uyarlaması,W. Somerset Maugham’ın.Yönetmen John Curran. Başroller Naomi Watts ve ortakla paylaşamadığımız adam, Edward Nortan.
Sevmediği bir adamla, sırf artık yaşı geldi diye evlenen bir kadın ile ezik, güvensiz ama doktor bir adam…
Karşındaki insan, olmayıp, olmasını ümit ettiğin karakterlere bürünebilir mi?
Bunu beklemek saflık.
Kabul edeceksin ve böyle yaşamaya devam edeceksin.
Ya da?
Beklentilerini başkasında karşılayacaksın, ahlaksızca, hazince…
Ve böyle oluyor, kadın aldatıyor.
Kocası öğreniyor.
Ve film esas burada başlıyor. Olağanüstü bu yapıtta, seyirlik manzaralar, seyahat, muhteşem müzikler eşliğinde, kaderlerine doğru yola çıkıyorlar.
İnsan ancak ne zaman değişir?
İnsan değişmez… Bakış açısı değişir…
Ya telafi? Her şeyi unutabilmek mümkün mü?
Erkekler gerçekten daha mı çabuk unutuyor? Kadınlık kinleri neden onlarda yok?
Yoksa intikam kinden daha mı geçerli erkeklerin dünyasında?
Walter, Kitty’i kolera salgınının olduğu, çok uzaklarda bir köye götürüyor. Niyeti cezalandırmak, hem karısını, hem kendini... Aşık olduğu için belki; Kitty’nin aşık olmadığını bildiği halde onunla evlendiği için belki…
Zaten insan karşısındakini cezalandırmaya çalışırken, esasında kendisini cezalandırmıyor mu?
Çok soru var bu filmde, bir o kadar da cevap.
Müzik ve sözler zaten müthiş; Alexandre Desplat. Hele Erik Satie’nin Gnossienne no.1’i alıp götürüyor insanı uzaklara, gitmeyi hayal ettiği neresi varsa…
Ama esas maksat duvağı kaldırabilmekte...
Salonumun duvarına iki ay önce, ilk aklıma gelen, en çok etkilendiğim film afişlerinden kolaj yaptım. İşte dün akşam az uyku uyumama sebep olan filmlerden biri bu kolajın parçasıydı; Painted Veil(Duvak). Show TV verdi gece yarısına doğru, ben de oturdum izledim bir daha, hiç pişman olmadan.
Bu aslında bir roman uyarlaması,W.Somerset Maugham’ın.Yönetmen John Curran. Başroller Naomi Watts ve ortakla paylaşamadığımız adam, Edward Nortan.
Sevmediği bir adamla, sırf artık yaşı geldi diye evlenen bir kadın ile ezik, güvensiz ama doktor bir adam…
Karşındaki insan, olmayıp, olmasını ümit ettiğin karakterlere bürünebilir mi?
Bunu beklemek saflık.
Kabul edeceksin ve böyle yaşamaya devam edeceksin.
Ya da?
Beklentilerini başkasında karşılayacaksın, ahlaksızca, hazince…
Ve böyle oluyor, kadın aldatıyor.
Kocası öğreniyor.
Ve film esas burada başlıyor. Olağanüstü bu yapıtta, seyirlik manzaralar, seyahat, muhteşem müzikler eşliğinde, kaderlerine doğru yola çıkıyorlar.
İnsan ancak ne zaman değişir?
İnsan değişmez… Bakış açısı değişir…
Ya telafi? Her şeyi unutabilmek mümkün mü?
Erkekler gerçekten daha mı çabuk unutuyor? Kadınlık kinleri neden onlarda yok?
Yoksa intikam kinden daha mı geçerli erkeklerin dünyasında?
Walter, Kitty’i kolera salgınının olduğu, çok uzaklarda bir köye götürüyor. Niyeti cezalandırmak, hem karısını, hem kendini... Aşık olduğu için belki; Kitty’nin aşık olmadığını bildiği halde onunla evlendiği için belki…
Zaten insan karşısındakini cezalandırmaya çalışırken, esasında kendisini cezalandırmıyor mu?
Çok soru var bu filmde, bir o kadar da cevap.
Müzik ve sözler zaten müthiş; Alexandre Desplat. Hele Erik Satie’nin Gnossienne No.1’i alıp götürüyor insanı uzaklara, gitmeyi hayal ettiği neresi varsa…
Ama esas maksat duvağı kaldırabilmekte.
コメント